SULTAN ABDÜLHAMİD HAN FİLMİ
ÇEKİLMEMİŞ FİLMLE NASIL BAŞARILI OLDUK?
Geçmişte gerçekleri bilmeden; 'Noldu filmi çekemedin' diyenlere de tek tek anlatmaktansa ilk defa burada birinci ağızdan benden duymanız iyi olur diye düşündüm. Bazılarınızın bildiği gibi, 2010 yılında ortada hiçbir Osmanlı filmi projesi yokken, Sultan Abdülhamid'in hayatını çok farklı bir teknolojiyle anlatacağımız OSMANLI İHTİŞAMI Belgeseli / HÜKÜMDAR filmi ve dizi üçlemesinin yönetmeni olarak işe koyulmuştum. Medyada haberlerimiz, bir sürü röportajlarımız vs. çıkmıştı ama uluslararası düzeyde ilgi çeken o filmi yapamadık. Yüksek film teknolojisiyle, Dünyadaki tüm Müslümanlara örnek olacak bir şekilde, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve Padişah ecdadımızın İslam'a uygun saç sakal kıyafetlerini gençlere özendirmek için özel olarak imaj planlamıştık. O dönemde sakal traşsız gezmeyen toplumumuzun bir tutam sakal bırakmasını, dar t-shirt giyen gençleri hırka, pelerin vb. kıyafetlere özendirmek için ''Özüne dön'' demek için özenle hazırlamıştık her şeyi. Tarihi gerçekleri ilk defa film gibi anlatacaktık ama o olmadı. Nedenini anlatabilmek için hikayeye baştan başlayalım.
28 yıllık meslek hayatımda sinema haricinde yönetmenlik anlamında her alanda iş yapıyorum. ''Yaşlanınca ya da emekli olunca bir film çekerim. Şimdi ona zaman ayıramam'' diye düşündüğüm için sinema işine hiç el atmaya niyetim yoktu ama 2010'da Hakan Türker Dulkadiroğlu ile tv binasında karşılaştık. Spor programı sunduğu dönemde birlikte çalışmıştık. Hakan kardeşimle binada çay kahve sohbeti yaparken bir dostu geleceği için otoparka çıktık, ayaküstü sohbet ederken dedi ki; ''Bir dostum gelecek, onunla birlikte tarih programı yapsak nasıl olur? Kendisi Sultan Abdülhamid Han'ın torunudur'' dedi. Ben de; ''Harika fikir ama bunu program olarak değil de belgesel olarak yapalım. Osmanlı Torunlarının her hafta canlı yayın yapması fazla etkili olmaz ve istediğimiz gibi gerçekleri yansıtamayız. Ben, yapılanın aynısı yapmam, farklı bir şeyler planlamalıyız'' dedim. O anda, ilk defa gördüğüm Kayıhan araçtan inerek bize yöneldi. Dedelerden gelen heybetli bir görüntüsü vardı. Tam traşlıydı ve herkes gibi sıradan pantolon gömlek giymişti, tokalaşırken ''Ben Kayıhan'' demişti ama benim onun için başka planlarım vardı.
Projeye açık oldukları için hemen konuyu tüm detaylarıyla masaya yatırdık. Henüz elimizde senaryo, ekip, prodüksiyon hiçbir şey yoktu. İlk olarak sıfatlar ve imaj konusunu dile getirecektim. Birbirimizi yeni tanıdığımız için düzenli olarak haftada 2 defa toplanıp proje yapıyorduk. O günlerden birinde imaj konusunu açtım. ''Bu yapımda, parlak yüzlü, sakalsız ve dışarıdakiler gibi görünen bir imaj'' istemediğimi, ''bir tutam sakal bırakmalarını ve geçmişle günümüzü birleştirecek biçimde modern görünümlü hırka, atkı, pelerin gibi kıyafetler hazırlatmamız gerektiğini'' söyledim. Tabii önce şaşırdılar. 'Nasıl olacak ki'' dediler. Ben de gülerek; ''Döşemeciden giyineceksiniz. Yürüyen koltuk, yürüyen perde gibi'' dedim. Hepimiz güldük ama ''Ben ciddiyim. Hayalimdekini size anlatabilmek için döşemeci diyorum ama Osmanlı Padişahları gibi motifli ve zevk sahibi kıyafetler olmalı'' dedim. Bir de, ''Sakalı bugün bıraksanız, biz başlayana kadar bir tutam olur. İzleyici Osmanlı Torunlarını görmek istediği gibi bulmalı. Sakalınız İslam'a uygun biçimde bir tutam uzun olmalı'' dedim. Böylece, imaj konusunu da halletmiş olduk. Son olarak hitap biçimi ve sıfatlara gelmem gerekiyordu. Bu kadar şok yeterliydi. Onu basın bültenleri aşamasına kadar sonraya bırakmıştım.
Diğer toplantılara kadar, tarih bilgisi çok çok iyi olan Hakan içerikle ilgili ana başlıkları hazırlıyordu. Kayıhan ise Hanedan ailesine danışmamız gereken her şeyi hallediyordu. Osmanlı'nın kuruluşundan itibaren Bitlis Ahlat'tan başlayacağımız film formatlı belgeselde, Malazgirt Zaferi ve Bilecik, Bursa ile hızla Sultan Abdülhamid Han'la İstanbul'a ulaşacak ve odak noktamız o olacaktı. Yapımı ikisi beraber sunacaktı. Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, Hakan Türker Dulkadiroğlu ve yönetmen olarak fortuna Zafer (ben). Belgesel olarak başlayacağımız projede benim pozisyonumun ne olacağına kendileri karar vermişti, teklif ettiler kabul etmiştim ama ''İsmimin ille de yönetmen olarak yazılması gerekmiyor. Bir yönetmenle anlaşıp projenin başında ben olursam her şeyi daha rahat koordine edebileceğimi'' söylemiştim. Çünkü bütün yapım yükü benim omuzumdaydı. Bunu dosta düşmana belli etmemek gerekiyordu. Arada bunu bilmeyen fırsatçılar da çıkıyordu ama eliyorduk hepsini.
3 kişilik güvenli bir yolculuğa başlamıştık. Abdülhamid Han'ın torunları olan Hanedan ailesinin İstanbul'daki torunu Kayıhan ve Dulkadiroğlu'nun temsilcisi Hakan'la artık hazırlıklara başlamıştık. Bir Osmanlı Yapımı için elde 2 tane cevher vardı ama gittiğimiz her ortamda hürmet gören Osmanlı Torunlarına ''Kayıhan Bey, Hakan Bey'' diye hitap etmek bana sıradan geliyordu. O dönemde Osmanlı Ailesi'nin Türkiye'de oturma izni bile yoktu! Turist gibi giriş çıkış yapmak zorunda kalıyorlardı. İşte o günkü toplantıda (önceden planladığım) projeme başladım.
Ben: ''Osmanlı torununa tarihte ne denir?
Hakan: ''Şehzade''
Ben: ''Beyliklerdeki torunlara?''
Hakan: ''Prens denebilir''
Ben: ''Peki bu durumda gerçekte, Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu ve Prens Hakan Türker Dulkadiroğlu diye tanımlamak doğru değil mi?''
Hakan: ''Evet ama şimdi öyle dersek yanlış anlaşılır. Osmanlı yeniden mi kuruluyor diye bize çok yüklenirler''
Ben: ''Yüklensinler. Osmanlıyı kurmak bize mi düşecek. Nasıl olsa her şekilde tepki veren olacaktır. Çünkü Türkiye bazı gerçekleri duymaya hazır değil. Ben yarın basın bültenini hazırlayıp geliyorum. Üçümüz toplanalım.''
O gece, basın bültenini hazırladım ve tekrar bir araya geldik. Bülteni sesli okusun diye Kayıhan'a verdim. Bültenimiz; ''Şehzade Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu'nun hazırlayıp sunduğu'' cümlesiyle başlıyordu. Kayıhan bir anda bana baktı.
Kayıhan: ''Bu olmaz. Şehzade dersek yanlış anlaşılır. Çok üzerimize gelirler. Dedelerimiz sürgün yemiş, bizler hanedan ailesi olarak aynı şekilde yabancı olarak görülüyoruz. Oturma iznimiz bile yok. ''Şehzade'' dersek çok sorun olur. Öyle yapmayalım.''
Ben: ''Mutlaka tepki olur ama aksine, biz ''şehzade'' deyince, Osmanlı Ailesi'nin varlığından vatandaş haberdar olur. Türkiye'de hemen herkes Osmanlı gitmiş ve kimse kalmamış zannediyor. Bunu düzeltmeliyiz. Şu anda sizleri yok sayıyorlarsa emin olun tek kelimeyle size bütün kapıları açarız. Bazı şeyler unutturulmuş olabilir ama bu milletin özü Osmanlı'dır. Ben eminim ki devletimiz de size kucak açacak. Yeniden Osmanlı kurmak gibi bir amacımız olmadığı zaten ortada. Zamanla herkes anlayacaktır. Biz bir film prodüksiyonuna başladık. Bu filmi bize yaptırmasalar bile kesinlikle farkındalık oluşur. Bizden sonrakiler daha iyilerini yapabilirler. Bir yol açıyoruz bu projeyle. Ben inanıyorum ki bize karşı atak olsun diye kötü niyetli projeler türeyecektir ama hepsi farkında olmadan bizim yapmak istediklerimize hizmet edecektir.''
Kayıhan: ''Ben aile büyüklerimizle görüşeyim ona göre karar verelim. Sen bülteni şimdilik basına gönderme. Tekrar konuşalım bu konuyu''
Evet, diyalog bu şekildeydi ama ben bülteni o akşam ajanslara gönderdim. Çünkü ''Şehzade demeyelim'' cevabı alacağımı biliyordum. Bazı muhabir ve editörler de; ''Şehzade ne demek bilmiyoruz. Bu şekilde yazamayız. Osmanlı yıkılmadı mı? Osmanlı'dan kimse kaldı mı ki? Ne şehzadesi kardeşim yeniden Osmanlı mı kuruluyor?'' deseler de, ben ısrarla ''O kelime değişecekse, hiç haber yapmayın'' diyerek rest çektim. Onlar da haberi kaçırmamak için her yerde ŞEHZADE yazmaya başladı. Açıkçası beklediğimden çok daha az ters tepki oldu. Bir kaç, ''Osmanlı yeniden mi doğuyor'' yorumu yapan oldu ama onlar da sonradan korkulacak bir şey olmadığını anladılar. Projeyi diğer herkes bağrına bastı ama o kadar çok özlenmiş ki ''Film ne zaman çıkacak?'' sorularına cevap veremez hale geldik.
Bilinçli olarak sosyal ağlarda OSMANLI İHTİŞAMI ile ilgili, kıyafetler, sıfatlar, eski Türkçe yerine daha net anlaşılabilecek biçimdeki günümüzün Türkçesi'nin kullanılması gibi detayları vermeye başlarken televizyonlarda MUHTEŞEM YÜZYIL tanıtımları dönmeye başladı. OSMANLI İHTİŞAMI'na karşı MUHTEŞEM YÜZYIL. Toplantıda esprisini yaptığım kıyafetler tam da benim dediğim gibi ''Döşemeciden tasarlanmış. Koltuk perde kumaşlarından hırka yapılmış.'' Doğrusu bu kadar hızlı atağa geçileceğini beklemiyordum. Dizi yayına girdiğinde sakallarla ilgili henüz paylaşım yapmadığım için oyuncular kirli sakallıydı. Bir kaç bölüm sakal boyları hep aynıydı. Makineyle alındığı belliydi. Ben yine gülerek, ''Sakal öyle olmaz. Çene altından bir tutam ele gelecek şekilde olması lazım'' diye diziye eleştiri paylaşımı yaptıktan sonra sakalları saldılar gitti. Zaten izleyenleri ondan sonraki sakalları biliyorlar. Diziyi hiç izlemediğim için fragmanlarda görünce ya da ekranda rastladığımda 5 dakika göz gezdirip sosyal ağlarda bir eleştiri yazıyordum. Ne yazdıysam bir sonraki bölüm fragmanında o konuya rastlıyordum. Yani takibe devam ediyorlardı.
Osmanlı'da, gerçekte Harem'e ailenin kadınlarından başkasının girmesi yasaktı. Bu yüzden, hiç görmediği halde yabancı ressamların hayali olarak çizdiği çıplak kadın figürlerinden tarih öğrenenler bunu ekranda kendi fantezilerine göre yansıttılar. Harem'in, ''Erkeğin girmesinin HARAM olduğu yer'' anlamına geldiğini bilmedikleri için Saray'da Padişahları sürekli yatak odasında göstermeye başladılar. Buna olan tepkimi hemen dile getirmiştim. Dedim ki; ''Padişahların yatak odası performansı değil, savaş meydanlarındaki performansını merak ediyoruz'' diye bir paylaşım yaptım. Yapımcıları okumuş olacak ki acilen savaş sahneleri için grafik animasyon yapan firmalarla görüşmelere başladılar. Biz de sektördeyiz hemen haberi gelmişti bize.
Ardından Osmanlı İhtişamı Belgeseli için, benim yine karşı çıkmama rağmen Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu TRT ile görüşmek üzere randevu aldı. Piyasadan haberdar olduğum için o dönemin yönetiminin Osmanlı Yapımı'na HAYIR diyeceğini biliyordum. Bunu defalarca söyledim ama görüşmekte ısrar edince ''O halde ben gelip ecdadıma küfür ettirmem, siz gidin'' dedim ve ben görüşmeye gitmedim. Kendileri gittiler ve sonucu bir cümle ile söyleyeyim. Şimdi TRT'den atılan o yönetici demiş ki; ''Ben burada olduğum sürece Osmanlı bu kurumda yer almayacak'' diyor ve kestirip atıyor. (Neyse ki şutladılar o kişiyi).
HÜKÜMDAR SİNEMA FİLMİNİ NEDEN YAPAMADIK?
Bu projenin OSMANLI İHTİŞAMI BELGESELİ olarak hafif kalacağını anlayınca aslında üçüncü aşamada geçeceğimiz sinema filmi projesini devreye sokmaya karar vermiştik. HÜKÜMDAR Sinema Filmi için isimlerini söylesem hayret edeceğiniz 2 Erkek ve 2 kadın dünyaca ünlü Hollywood oyuncusuyla bizzat kendim görüşüp filmde oynamaları için prensip olarak anlaşmıştım. Ortada bir senaryo olmadığı için filmin konusunu oyunculara ''kendi hayal ettiğim şekliyle'' anlatmıştım. O haliyle bile çok beğenip kabul etmişlerdi filmi. Yer yerinden oynayacaktı. Hollywood'da yapımcı para yatırmadan, oyuncular ikinci adımı atmadığı için prensip aşamasında bekliyorduk. Onlar bizim gibi değil, garanti iş olmadan kariyerlerini tehlikeye atmazlar.
Ben diğer işlerime devam ederken, İstanbul dışında olduğum için meydan boş kalmaya başladı. Filmin web sitesinden tutun, afişlerin hazırlanmasına kadar her şeyi tek başıma yapmak zorunda kalıyordum. İstemesem de haliyle her yerde benim adım görünüyordu. Bazıları; ''Bu yönetmen de hep kendini öne çıkarıyor'' zannediyordu ama öyle değildi işte. O kadar değişik insanlarla karşılaştım ki, senaryoyu yazdığı söyleniyor ama önüme gelen kağıtta ilkokul müsameresi gibi bir sayfalık hikaye var. ''Bu sinopsis galiba! Senaryo ne zaman biter?'' diye sorunca, ''İşte o senaryo zaten'' diyor ve oradan bir film çıkar zannediyor. Sonra, ''Afişin üstünde yönetmenin ismi neden yazıyor?'' diyor. Kendi adı en üstte olsun istiyor.
İzleyici, yapımcı ile yönetmen arasındaki farkı bilmediği için ''Noldu filmi yapamadın mı'' diye o dönem hep bana sordu. Bir kişi de çıkıp ''Bu filmin yapımcısı kim?'' demedi. ''Yahu kardeşim yapımcı maliyetleri karşılar, ben de yönetmeni olarak çekimleri yaparım. Ortada para olmadan ne yapabilirim ki'' diyemedim. Ben bu filme kaynak bulamayacağımızı ve filmin çekilemeyeceğini anladığım anda, ''biz yapamıyoruz, bari farkındalık oluşturalım diye'' kimseye bir şey belli etmedim. O gün söyleseydim, fırsatçılar bu konuyu Osmanlı'yı kötülemek için kullanırdı. Bu yüzden o günlerde hep defansta durdum ama filmin çekilememesinden dolayı geçmişte biraz zararını da görmüştüm tabii ki. Bazı şeyleri feda etmeyi göze almıştım.
Yukarıda anlattığım gibi plan projemize uygun şekilde, artık Osmanlı ailesinin hak ettiği değeri gördüğünü düşünüyorum. O gün sakallı gezenlere hoş bakılmazken bugün sokakta her 2 kişiden biri sakallı oldu. Hırka moda oldu. Tarihe ilgi çok arttı. O çok eleştirdiğim Muhteşem Yüzyıl farkına varmadan ve istemeden kılık kıyafete karşı ön yargıyı kırdı. Sokaklarda Osmanlı imajlı gezen yeni nesil var artık. Bugün Diriliş Ertuğrul dizisi, Payitaht Abdülhamid Han dizisi, Kuruluş dizisi en ihtişamlı günlerini yaşıyorsa ben eminim ki 2010'da anahtarını elimizde tuttuğumuz o kapının açılmasıyla oldu. Tüm zorluğunu biz çeksek de, bugün ekranlardaki başarımızı hissetmek her şeye bedel.
Yukarıda anlattıklarımın hepsini okuduysanız, 3 kişiyle çıktığımız yollarımız ayrılmak üzereydi. Karar vermeden önce, (Herkesin anlayabileceğini sanmadığım için yüzde yüz doğru sonuç verdiğine emin olsam da detayını buraya yazmayacağım) manevi bir ritüeli yaptım. Çok şükür gereken cevabı gördüm. ''Sultan Abdülhamid Han'dan bana altın tepsiyle sunulan görevimi yerine getirdim. Yola kendim devam etmem gerektiğini anladım.'' Sultan Abdülhamid Han kimseye ait değildir düşüncesiyle herkesle yolumu ayırdım. Proje üzerinden ilk çalışmaya başladığım günlerde, google aramasında ''Sultan Abdülhamid'' yazınca ''Kızıl Sultan'' çıkıyordu. ''Eğer biz çok ses getirecek bir film çekersek, ismini KIZIL SULTAN koyalım ki, internette onun adını yazdığınızda hakkında çıkan Kızıl Sultan iftiralarına cevap verecek kriterler öne çıksın'' diyordum. Yani Abdülhamid'in Kızıl Sultan olmadığını, filme o ismi koyarak anlatmak istiyordum. Etki tepki meselesiydi. Vizyon farkından dolayı o dönem kabul görmemişti. Ben de (yukarıda gördüğünüz) kendi yazmaya başladığım film için KIZIL SULTAN afişi hazırlamıştım.
Yeni hikayenin %75 kadarını tamamlamıştım o dönem. Yüksek teknoloji bir film olmasının yanı sıra Dünyadaki tüm Müslümanlara örnek olacak bir şekilde maneviyatına da uygun yazmıştım. Bir film olmasının yanı sıra, imajları Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve Padişah ecdadımızın İslam'a uygun saç sakal kıyafetlerini gençlere özendirecek şekilde modern biçimde tasarlamıştım. Kendim her gün tıraş olup gezen biri olarak o dönemde tıpkı benim gibi sakal tıraşsız gezmeyen toplumumuzun bir tutam sakal bırakmasını, dar t-shirt giyen gençlerin hırka, pelerin vb. kıyafetlere özendirmek ve özüne döndürmek için tasarlanmıştı her şey. Şimdi bu film, rafta geri kalan %25'lik kısmını yazmamı beklese de bir gün bir yerlerde kullanabilirim diye saklıyordum. Artık benim filmime gerek kalmadığını düşünüyorum. Çünkü, yapmak istediklerimin büyük bölümü şu anda ekranlarda yer alıyor. Benim tekrar çıkıp bir başka versiyonunu yapmamın bir anlamı kalmadı. Ekrandaki mevcut yapımlar başarılı oldular. Popülarite için dizilerde ufak tefek eleştirebileceğim unsurlar olsa da, onu da zamanla aşacaklarına inanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düzgün dille ve itham hakaret içermeyen yorumlarınız, editör onayından sonra yayınlanmaktadır. www.fortunaTV.com