15 TEMMUZ'DA TANKLARA NASIL GÖĞÜS GERDİK
İlk bakışta mesafeyi anlayamadığım, sesi henüz duyamadığım ve yalpalayarak alçak uçtukları için; ''Drone Kamera'' olduğunu düşündüğüm cisimleri görünce; ''Bunlar düğünleri abartmış, drone kamera kullanıyor adamlar'' diye gülerek tam aklımdan geçirmiştim ki, sesler kulağımızda yankılanıverdi. İşte o anda 2 uçağın alçak uçuş yaptığını anladık. Aynı semalarda bir kaç defa Türk Kuşu uçuş gösterilerini izlediğimiz için ilk aklımıza o geldi. Yanımdakiler, açılış, davet ya da devlet töreni gibi bir şey olabilir diye söylerken, ben; ''Bu uçuşların hiç de gösteriye benzemediğini ve f-16'ların bu kadar pervasızca uçurulmayacağını'' söyledim.
Uçak sesleri gitgide daha da şiddetli hissedilirken, yollarda da ilginç bir şeyler döndüğü belliydi. NATO yolunda enteresan bir tenhalık vardı. Yanımdakiler dedi ki; ''Biz bu yoldan her gün birkaç defa geçeriz ama hiç bu kadar tenha görmedik''. Fransa'daki olayların hemen ardından aklımıza ilk olarak ''Ülkemize bir terörist saldırı olabilir'' diye geldi. Dönüş yolumuzda eve yakın olan, Meclis, Genelkurmay ve Emniyetin önünden değil de Dikmen Vadi tarafından geldiğimiz için o anlarda durumu yine tam olarak çözemedik ve uçak sesleri arasında acilen eve gittik.
TRT son dakikasıyla birlikte uçakların yere olan mesafeleri daha da azaldı. Emniyet'e yakın olduğumuz için evin camlarını titreterek bir kaç boş dalış gerçekleştirdiler. ''Meclis, Emniyet ve Genelkurmay buraya çok yakın. Bu uçaklar tedbiren de böyle uçuyor olabilir, korkmayın'' dedim ama aileden 6 hanımı korkutmadan tedbir almak ilk görevim olduğu için de ne yapabileceğimi düşünmeye başlamıştım ki, ekranda vatandaşın sokaklara çıkmasının istendiğini gördüm. TRT ve CNNTürk'te Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; ''Halkımızı sokaklara davet ediyorum'' açıklaması yaptı.
Hızlıca bir karar vermem gerekiyordu. Aynı anda camiden sala verilmeye başlandı. Cenaze ve Perşembe geceleri haricinde Sala duymak daha önceden başımıza gelmediği için bunun ''o anda ne anlama geldiğini bilmiyordum.'' Fakat ne olduysa, bir anda eşimin kulağına eğildim ve; ''Hayatım, bu kesinlikle bir davet. Neyin ne olduğu belli. Artık bu dakikadan itibaren hiçbir güç beni burada tutamaz. Siz koridorda bina kolonu altında oturun duanızı edin ve sen ailenin panik yapmaması için telkinde bulun. Sakın korkma'' dedim. Bu cümleler kesinlikle planladığım cümleler değildi. Ezberlemiş gibi otomatik olarak ağzımdan çıktı!
Dikmen Polis Evi önüne gelene kadar etrafta bizden başka yola düşmüş kimse görünmüyordu. Sadece pencerelerde neler olduğunu anlamaya çalışan insanlar vardı. Biz de yapabileceğimiz belki de TEK şeyi yaptık. Avazımız çıktığı kadar; ''Vatan elden gidiyor! Herkes sokağa! Ülkemizi düşmana bırakmayın. Bugün birlik olma günü'' diye bağırarak herkesi davet ettik. Ben hayatımda en ufak bir eyleme, yürüyüşe vs katılmamış ve sevmeyen biriyim.
Korna çalarak Dikmen Polis Evi önündeki trafik ışığına geldik. Önümüzdeki bir kamyonetin kasasında el hareketlerine bakılırsa, yarısı Ülkücü 5-6 cengaver ''Allahuekber'' diye yoldaydı. Vatansever olan herkes sokaktaydı. Trafik ışığı kırmızı yanınca, onlar da biz de durduk. Darbe önlemeye giderken bile kırmızı ışık kuralını ihlal etmiyoruz. Polis Evi önünde 4-5 görevli polis vardı. Kapıda 2 resmi nöbetçi, diğerleri sivildi. (Yukarıda anlattığım gibi bizim imajdan dolayı polislerin de şüpheli bakışları vardı.) Bize bakıyorlardı ama biz de göz göze gelmiyorduk onlarla. Çünkü, kimin dost, kimin düşman olduğunu kimse bilmiyordu. Biz, ''Allah büyüktür'' deyip sadece yola koyulmuştuk.
Tek sıra halindeydik, önümüzde 1 kamyonet, 2. sırada biz ve toplasanız 5 araç anca vardı. (Bu yüzden de az sonra sizlere anlatacaklarım medyada hiç duyulmadı.) Emniyetle Meclis arasında bir yerlerdeydik ki, (Ayrancı Parkı sanırım) tam o anda sağ taraftaki yan yoldan uçarcasına 2 tank fırladı. O kadar havalandı ki, tankların alt kısmını gördüm. Biri sağımıza, diğeri (ters yola girerek) solumuza geçti. Paletlerinin büyüklüğü aracımızın 2 katıydı. Sanki orduya yeni katılmış gibi tertemiz parlıyorlardı. Yani sizlerin sonradan ekranlarda gördüklerinizden değildi bu tanklar. Bir anda 3-5 tane oldular ve bizi üçgen pozisyon alarak aralarında sürmeye zorladılar. Bizi koruyorlar diye ortalarında aynı hızla ilerliyorduk. Çok hızlıydılar ve aralarına sıkışıp ilerliyorduk.
Bizi korumak için eşlik ettiklerini düşünürken arkamda oturan Eşim; ''Zafer bir fotoğraf çek, lazım olabilir'' dedi. Ben o anda telefonuma bakarken yine eşim şaşırarak, ''Aaa, askere el salladım, kafasını bile çevirmedi. Ne kadar suratsızmış'' dedi. İşte o anda bunların bizim askerimiz olmadığını anladım. Eşime dedim ki; ''Sen el salladığında asker bunu gördü mü? Gördüyse ne tepki verdi? Surat ifadesi nasıldı?'' dedim. Eşim dedi ki; ''El salladığımı gördü ama sinirli gibiydi, kafasını bile çevirmedi'' dedi. ''Bunlar bizimkiler değil, çok dikkatli olun artık'' dememle birlikte bizi teğet geçen o tanklar bir anda önümüzde yolu keserek durduğu anda mermi yağdırmaya başladılar.
Etrafımız sarılı, önde bir araç ve arkada araçlar vardı. Yani dönüş yapabilecek hiçbir yer yoktu. Mermi yağarken önümüzdeki araçtaki cengaverlerden biri araçtan indi askerlere sırtını dönerek bize doğru yürüdü ve; ''Korkmayın, araçtan inin kardeşim'' dedi. ''Araçta hanımlar var, tedirginler'' diye düşündüğüm anda hiç kesilmeyen o uçak sesleriyle birlikte aracın camını titreten çok büyük bir patlama oldu. Mermi sesleri, bomba sesine karıştı! Dumandan göz gözü görmüyordu. Nasıl bir mucize olduysa yüksek kaldırım üstünden aracımızı döndürebileceğimiz bir boşluk açıldı ve bir anda o boşluktan hızlı bir dönüş yaparak kurtulduk. O manevrayı nasıl yapabildik halen hayret ediyoruz. Gerçekten hiç bir mantıklı açıklaması yok.
Evin salonuna geçtiğimizde çok yakından geçen uçaklar camları titretti ve art arda birkaç büyük patlama daha oldu. Sokağımızın hemen üstünden geçtikleri için camlar kırılmasın diye açık bıraktım ve hanımları koridora geçirdim. Yerde dua ederek oturdular. Patlamalar sürekli devam ediyordu. Bir uçak sesi, bir helikopter sesi, bir sürü çatışma ve ardından patlamalar. Ben halen bu ses sırlamasını karmaşık bir melodi misali aklımda tutuyorum. Neler olup bittiğini anlamak zordu. Yani kim kimi vuruyor anlaşılmıyordu.
Peki, diyeceksiniz ki Ankara'nın tanınmış işletmecisi Kayın baban nerede? Nerede olsun? Mekan işlettiği için dışarıdaydı tabii ki! Haber alamıyorduk. Meğer, adamcağız Genelkurmay'ın kapısını kırıp içeri giren ilk vatandaşlarla beraber mücadele veriyormuş. Saatler sonra beni aradı, ''Damat, üstüm başım kan, evdekilere söyleme sen tek başına gel al beni'' dedi. O taraflar sürekli bombalanınca araçla gidip almak gerekiyordu. Evdekiler beni de yalnız başıma göndermiyorlar, yine takıldılar peşime.
15 TEMMUZ SENARYO DİYENLER
Bugüne kadar kimsenin dikkatini çekmemiş olabilir ama benim dikkatimi çeken bazı konular var. 15 Temmuz gecesinden 1-2 yıl öncesine kadar başta sosyal ağlar olmak üzere bazı medya kuruluşları ''Dünyanın en çok korunan adamı Tayyip Erdoğan'' başlığı altında yazılar yazmaya başlamıştılar. Bence bunu bilerek ve kasıtlı yaptılar. Halen de ara sıra gündeme düşürüyorlar. Bu tür haber ve paylaşımlarla, Cumhurbaşkanımızın etrafındaki korumayı hafifletip suikast için gerekli şartları oluşturmak istediklerine inanıyorum. Ardından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ortaya çıkıp, iyice korunaklı olunca çıldıran art niyetli kişiler, bu sefer de ''Saray'' mevzuları yapmaya başladılar. Eminim ki saraya karşı olanlar o adi planlarını saray yavrusu evlerinde veya saray misali otellerde yaptılar. Baktılar ki o da olmuyor, malum gecede de büyük planı bir suikast üzerine kurdular.
Yani bu 15 Temmuz planları çok önceden yapıldı. FETÖ bir senaryo hazırladı, planlar tutmayınca ''Madem darbe yapamadık, suikast olmadı, o halde biz de etrafı bombalayalım da Türkiye'de savaş ortamı görünsün, ekonomik zarar olsun, Suriye, Mısır gibi kaos imajı olsun, ilerde halka zulmediyor falan deriz de diktatör suçlaması yaparak dışarıdan destek alırız'' diye düşündüler. Bu yüzden, bazılarına göre ''amatörce'' görünen ''profesyonel'' bir darbe girişimi oldu. Her şey profesyonelce planlanmıştı ama hesap tutmayınca pervasızca saldırdılar. İşin bütün fotoğrafı bu aslında!
Telefonu açar açmaz, az önce görüştüğüm numarayı hemen aradım. Hiçbir sinyal sesi yoktu. Birkaç defa aradım, ''sinyal yok, aradığınız numara kullanılmamaktadır'' vs. çıkıp durdu. Yani amaç başkaydı. Bunlar çok basit işler için bile böyle şeyleri hep deniyorlar. Bana ait tv kanallarını satın almak için çeşitli tekliflerle gelenleri araştırıyorum, bir bakıyorum ki yolu hep bunlardan geçmiş. WTV kanalımızın imzasını atmak üzereyken adamın tek bir ''Pensilvanya'' cümlesiyle 500 Bin Doları geri çevirip ''Bazı şeyler paradan daha değerlidir'' diyerek masadan kalktığımı biliyorsunuz. (İlk defa burada bir yazımda açıklamıştım.)
Sadece telefonla değil, en klasik yöntem virüslü mail göndermek, sosyal ağ hesaplarımı sahte kadın profilleriyle takip edip etkileşim denemek gibi rüzgarlar yapıyorlar. Silip engelliyorum. ''Evli barklı adamız, hiç o işlere de girmeyiz çok şükür''. Ne yapmak istediklerini biliyorum ve tuzağa düşmüyorum. Fakat sosyal medya hesaplarımızın belli bir seviyenin üstüne çıkmasına asla izin vermiyor bunların tasmalarını tutanlar. Yapabilecekleri tek şey de o zaten. Artık herkes uyanık olsun diye bunları da anlattım.
(Darbe girişimi anında sessiz kalıp, kazananın yanında olmak için bekleyen ve olaylardan 3 gün sonra ''mecburen'' yapıştırma paylaşımlar yapan SANATÇILAR VE MEDYA için; ''15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNDE NE YAPTI'' konusuyla ilgili yazıyı yazmaya gerek kalmadı! Herkes, her şeyi gördü artık. Gezi olaylarında kendilerince birlik beraberlik ayakları yapan çapulcuların sinsi planlarını da yutmadık, yutmayacağız. Sanat camiasından beklentimiz onların sadece sanatını icra etmeleridir. Biz sanatçıların eserlerini takdir ediyoruz ama fikirlerini merak etmiyoruz. Devletimiz bu sanat camiasındaki hainleri de görüyor ve gereğini yapıyor artık. Vatandaşlar da uyanmalı ve kimin kim olduğunu bilmeli.)
Şehitlerimize rahmet, kalanlara da geçmiş olsun ve acil şifalar dilerim.
Son sözüm olarak, 15 Temmuz darbe girişiminin ''kontrollü darbe'' gibi halen bir senaryo olduğunu iddia edenlere; ''O salayı duyup da dışarı çıkacak iman gücünü Allah herkese nasip etmiyor. Eğer nasip etseydi, o gecenin tam bir gerçek olduğunu ciğerlerinde hissederdin. Ben o darbecilerin gözündeki kini gördüm. Bana ne anlatsan boş kardeşim.'' Bir sözümüz de bu ülkenin dış düşmanlarına; ''Ben niye şehit olamadım diye üzülen ve ölmeden ölen bir ruhu yenemezsiniz.''
TARİKAT DEĞİL CEMAAT
Önümüzdeki günlerde ve yıllarda FETÖ benzeri diğer oluşumları sıkça konuşacağımızı düşündüğüm için bu konuya da bir açıklık getirmek istiyorum. Uzun süre üzerinde çalıştığım ve tüm detaylarına vakıf olduğum tarikat ve cemaat konusunda herkese bazı tavsiyelerim olacak. Bizi savaşarak yenemeyeceğini anlayanlar, bizden biri gibi görünen (sahte imam) ajanlarla yenmeye çalışıyorlar. Hepimiz, dinimizi iyi bilip öğreneceğiz ki, bu şarlatanların tuzağına düşmeyelim. Bu vesileyle ''Her sakallıya dede deme'' atasözünü hatırlatarak bir yanlışı daha düzeltmiş olalım.
''Tarikat ile Cemaat aynı şey değildir. Amerikan filmlerinin Türkçe dublaj ve altyazı çevirilerinin yanlış etkisi olduğunu düşünüyorum. Filmlerde din temelli her topluluk ''tarikat'' diye telaffuz edildikçe Türkiye'de de aynı algı olmaya başladı. Bu araştırma yazımızla birlikte artık aradaki farkı öğrenin ve her topluluğa tarikat demeyin. Özetle; 3 kişi bir araya gelince ''cemaat'' olur ama ''tarikat'' olamaz. Cami'de namaz için toplanan gruba da cemaat denir. Yani ''cemaat'' deyince ağzıyla kuş tutuyorlar zannedip hemen peşine takılmayın. Yarın birisi yanına 3-5 kişi alıp ''Biz X cemaatiz'' diyebilir ve yıllar geçtikçe hiçbir dini hükmü olmadan FETÖ gibi binlerce üye sahibi olabilirler. Bu yüzden cemaat - tarikat ayrımı çok önemli.
İşte günümüzde başımızı ağrıtanlar bu tip ''cemaat'' adı altındaki oluşumlardır. Cemaatler suistimale yatkın olabiliyor ama gerçek tarikatlar öyle değil. Hepimiz rastlarız, haberlerde ve bazı filmlerde nerede kötü bir örnek varsa hemen ''tarikat'' olarak adlandırılıyor. Hatırlatmak için bir kaç örnek başlık vereyim; ''Amerika'da gizli tarikat ele geçirildi, Sapkın tarikatın lideri, Ölüm tarikatı, Şeytan tarikatı, Tarikat lideri yakalandı'' vb. başlıklar çok büyük bir cehalet örneğidir. O başlıklara konu olan topluluklar tarikat değil cemaat olur. İnsan, bilmediği şeylerden korktuğu için, göz korkutan başlıklarla tarikat algısı üstüne çalışılıyor. Aslında, ''Tarikatın'' kelime anlamı ''yol'' demektir. Yani dini vecibelerinin tamamını harfiyen yerine getirmek için gidilen yoldur. Osmanlı Padişahlarının hemen hepsi tarikatlıdır.
Yukarıda açıkladığım gibi, her topluluk tarikat olamaz. Dinimizde İslam tarihinden bugüne tarikat olmak için bir soy ağacı gerekir ve başındakine belli dini kriterler ve ritüeller içerisinde şeyh olarak el verilmiş olması lazımdır. Yani ''Ben şeyhim'' deyince tarikat olunmuyor. Mevcut, ''El almış'' tarikatlar 3-5 tanedir ve İslam Dünyası tarafından kabul görenlerinin adı sanı bilinir. Bunlar, ''Hak tarikat'' olarak adlandırılırlar ve toplandıklarında dini vecibelerden başka bir şey konuşmazlar. Dergahlarında ibadet için bir araya gelip ''Senin arabayı sattın mı abi'' diye bir sohbet duyamazsınız. Arada istisnai dünyalık küçük laflar yapan olursa hemen uyarılır. Yani orada dünya işlerini bir kenara bırakırlar ve sadece ibadete odaklanırlar. Eğer bu söylediklerimi yapmıyorlar ve para pul konuşuluyorsa oradan da hemen uzaklaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Düzgün dille ve itham hakaret içermeyen yorumlarınız, editör onayından sonra yayınlanmaktadır. www.fortunaTV.com